eye in hole on leaves
Photo by Anderson Rangel on Pexels.com

Ozon deliği iklim krizini çözer mi?

0 Shares
0
0
0
0
0

Ozon deliğini hatırlıyor musunuz? Ya da bir dönem üzerine felaket senaryolarının yazıldığı ozon deliği konusunun bugün ne durumda olduğunu biliyor musunuz?

Hatırlayalım. Aerosol kutularında ve soğutmada kullanılan kimyasallar, ozon adı verilen ince bir koruyucu atmosferik gaz tabakasını inceltiyor ve bir delik açıyordu. Bu delikten de güneşten gelen yüksek dozda radyasyon sızıyordu. Çok uzak değil, 80’li yıllardan bahsediyoruz. O dönemde de bilim insanları Antarktika üzerinde tehlikeli bir zayıf nokta haline gelen “ozon deliği” ve bunun yaratacağı korkunç bir gelecek konusunda keskin uyarılar yaptı. 5 milyar insan toplu eylemde bulunmadıkça ozon deliği daha da büyüyecek, hatta yenileri oluşacak ve radyasyon dolayısıyla kanser, cilt hastalıkları ve körlük oranları artacak, bitki ve hayvan ekosistemi de öngörülemeyen zararlara maruz kalacaktı.

Ne oldu? 1987'de tüm kilit ülkeler, başta kloroflorokarbonlar ve halonlar olmak üzere ozon tabakasına zarar veren maddelerin aşamalı olarak kaldırılmasına yönelik bağlayıcı bir anlaşma olan Montreal Protokolü'nü imzaladı. Bugün, bu maddelerin emisyonları yüzde 90'dan fazla düştü, atmosferdeki varlıkları yarı yarıya azaldı. Ozon deliği 2070 yılına kadar tamamen iyileşme yolunda. İnsanlık ve gezegen adına önemli bir başarı.

Ozon deliği deneyimi ile iklim krizini çözmek?

Peki, insanlık çok yakın zamanda edindiği bu önemli deneyimi şimdi neden iklim krizini çözmek için kullanmıyor? Ozon deliği tehdidi üzerine harekete geçen devletler ve günlük pratiklerini hızla dönüştüren toplumlar neden iklim krizi konusunda da aynı refleksi göstermiyor?

Elbette, öncelikle ozon tabakasının incelmesi ile iklim krizi aynı kapsamda konular değil. İklim krizi meselesi çok daha karmaşık ve katmanlı. Dolayısıyla, tek katmanlı önlem paketiyle çözülebilecek bir sorun değil. Ama yine de geçmişte yapılan mücadeleden bugün için çıkartılacak önemli dersler var.

Ozon deliği ile ilgili konuda politika yapıcılar bilim insanlarının uyarılarını dinledi ve ondan da önemlisi hızla harekete geçerek, gereğini yaptı. Oysa bugün, bazı ülkelerin iklim krizini neredeyse inkar edecek boyutta ciddiye almadığını görüyoruz.

1997'de ülkeler iklim krizine karşı sera gazlarını azaltmayı amaçlayan benzer bir anlaşma olan Kyoto Protokolünü imzalamak için Japonya'da toplandı. Ama etkisi zayıf kaldı. Bazı ülkeler, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri protokole bile katılmadı. Sonuçta, sera gazları küresel düzeyde artmaya devam etti.

Ardından 2015 yılında Paris İklim Anlaşması gündeme geldi. Bu sefer çok daha yüksek sesle ciddi önlemler üzerinde fikir birliğine varıldı. Prensipte çok etkili gözüken kararlar, pratikte güçlü uygulanmadı. İşte Çin. Kömür kullanımı nedeniyle dünyanın en büyük sera gazı salımı yapan ülkesi. Avrupa’nın bu konuda ‘ahlaklı’ ülkelerinin de tüm sözde tedbirlerine rağmen, küresel olarak kömür tüketimi 2021 yılında zirve yaptı. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile tetiklenen enerji krizi tüm gelişmiş Avrupa ülkelerinin kömüre daha da sarılmasına yol açtı. Almanya, 21 kömürle çalışan elektrik santralini iki yıl süreyle tekrar kullanma kararı verdi. Gemilerle Avrupa’ya kömür taşınıyor. Her yerde nükleer tartışılıyor.

Ozon deliği ile ilgili olarak ülkeler hızla ortak protokollerle önlemleri hayata geçirdi. Zengin ülkeler, gelişmekte olan ülkelere de bu önlemlerin aşamalı olarak hayata geçirilmesi için fon sağladı. Bugün, ilkim krizi önlemleri ile ilgili bu konuda da ciddi bir boşluk var. 

Son Pakistan örneğine bakın. Ülke büyük bir doğal afetle karşı karşıya kaldı. Benzeri görülmemiş seller, geride binden fazla ölü, tahrip olan onbinlerce ev ve milyonlarca dolar ekonomik kayıp bıraktı. Peki, bırakın uzun dönemli dönüşüm için fon sağlamayı, bu felaket için bile gelişmiş ülkeler tarafından yeterli destek sağlandı mı? Elbette hayır! Son COP26 toplantısında ülkeler tarafından karar alınan dönüşüm fonlamasından da ses çıkmıyor!

Bireyler ne durumda?

Ülkelerin global düzeyde farklı ajandalarla ciddi patinaj yaptığı ortamda toplum tarafında da ozon deliğinde yaşanandan farklı bir durum var. İnsanlar iklim krizi ve etkileri ile ilgili endişeli, konunun asgari düzeyde de olsa farkında. Ama ne yapacaklarını bilmiyorlar.

Ozon tabakasında ise durum böyle değildi. Risk kolayca anlaşılabilir, bireyleri nasıl etkileyeceği net ortaya konabilir ve çözümler de son derece pratik durumdaydı. Risk: Ozon deliği büyüdükçe radyasyon artar. Bireyleri nasıl etkiler: Kanser ve benzer hastalıklar tavan yapar. Çözüm: Deodorant kullanma!

İklim krizi ile ilgili olarak bu çok temel düzleme maalesef gelemedik. Dolayısıyla, insanlar bu konuyu içselleştirip, günlük hayat pratiklerinde bununla ilgili dönüşümü olması gerektiği gibi yapamıyor. İklim krizini kendinden çok daha büyük bir olgu olarak görüp, bireysel eylemini önemsizleştiriyor. Ya da savunma mekanizmalarını devreye sokup, konuyu direkt olarak görmezden geliyor.

Oysa, insanların tercihleri çok önemli. İnsanların sürdürülebilir tercihleri ve kararları arttıkça, kartopu gibi büyüyecek bu güç tüm mekanizmaya; hükümetlere ve şirketlere baskı yapacak hale gelecek. 

İletişimciler göreve!

Bu noktada bir kez daha bireysel düzlemde gereken dönüşüm için iletişimcilerin kritik rolde olduğunu düşünüyorum. İç görüler üzerinden, farklı platformlar üzerinden bireylere dönüşüm için alanlar yaratılmalı. Konu net ve basit anlatılmalı. Çözüm yolları da pratik olarak ortaya konmalı.

Medyanın da bu konuda önemli bir görevi var. Sistematik olarak topluma bu düzlemde bilgi indirilmesi son derece kritik. Bu; kamuoyunda ilgiyi, farkındalığı ve bilgiyi artıracağı gibi, bir süre sonra politika yapıcılar üzerinde baskı oluşturacak bir güce de dönüşecektir.

Ozon deliği ile başladık, onunla bitirelim. Uzmanlar, ozon deliğindeki iyileşmenin global ısınmanın daha da fazla olmasını engellediğini, dolayısıyla iklim krizi ile mücadelede önemli bir rol oynadığını ifade ediyorlar. İnsanlığı bir dönem tehdit eden ozon tabakası, gösterilen özenle bugün yine insanlık için bir kalkan görevi görüyor.

Yorum Yap